Güncel Başlıklar :

Cezaevi Şiirleri - Hapishane Şiirleri

Unknown 24 Şubat 2015 Salı 02:24




Şairlerden Hapishane Şiirleri - Cezaevi Şiirleri




Kızıl Slogan

-Yalnızlık nöbetleşe bir devriye voltasında-
Eksilen-eksilten umutların
Zamana karşı duran bekçisiyim ben
Seni, pencereden içeri vuran
Deli bir rüzgardan dinlerim bazen
Ve düşünürüm seni
Seni, ahhh... seni
Yanan cigarada
Susarak, susayarak
Bu mapushane gecelerinde...

Ozan Deniz Sarıtop


* * * * * *


Dar Mapuslara Çekilirim

Süngüye çekilirim
Dar mapuslara
Çırılçıplak düşlerimle
Akşama
Dar vakte kadar
Sigara dümanına
Bırakırım mahzunluğumu

Artık vakit yaklaşır
Kara bir örtü gibi
Çekilir üzerime gök
Garip olur saksıda çay çiçeği
Canıma uzar
Canıma uzar burukluğu

Kutu içinde beş ranza
Beş ranza içinde mezar çukuru
Can sızlar
Uzanırım içine ölümüne
Azap melekleri gelir
Açar defterini geçen zamanın
Ve okunur künyem

Önce kimliğim bocalanır
Sonra doğduğum yer
Ve menkıbem
Sancılanır yürek
Ayrılıklar geçilir önüme
El vermeden hasretlik
Komadan nabızlara namussuzluk
Sevdam sevdam bulutlar getirir
Yağmurlar yağdırır gözlerimden

Kutu içinde beş ranza
Beş ranza içinde mezar çukuru
Soğur geceleri
Üşür fidelerim
Payımda yoksun bir bahar
Tutunamıyorum salkımlarına
Parmaklıklarına penceremde boy veren
Benzi tedirgin ışığa...

Ozan Deniz Sarıtop


* * * * * *


Tutuklu

Tutsak olacağını bilerek
yine bu sabah
demirparmaklıktan içeri
usulca sızdı
güneş

Yasaklanınca görüş gününde
çiçek getirilmesi
arka duvarın dibine
sarmaşık tohumu
ekmiş annem

Oysa el bile
sallayamamıştım ona
kuyrukta saatlerce bekleyip
doldurduğu içme suyunu
dökerken ardıma

Sunay Akın


* * * * * *


Hapishane Şiirleri

Çok şeyim oldu bu yaşa kadar:
Söğütten atım oldu,
askerde mavzerim;
Bunlardan başka daha nelerim!
Kerhaneden dostum oldu,
Hapsanede postum oldu;
Ben sonuncusunu severim.

Niyazi Akıncıoğlu 


* * * * * *


İçerde

Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mı?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...

Ahmed Arif


* * * * * *


Tesbih

Bir dost ve kardeş eliyle işlenmiş
Boncuktan bir tesbih armağan geldi bana.
Göz nuru dökülmüş, özenilmiş,
İçten bir selam gibi insandan insana.

Değerini arttıran bu armağanın
Bir hapishaneden bir başka hapishaneye gelmesiydi
Şiirde böyle bir şey olmalı diye düşündüm:
En acımasız günde de savunabilmek inceliği.

Ataol Behramoğlu 


* * * * * *


Bi Sen Eksiktin Ayışığı

Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri.
Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman'dan sonra,
Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik,
Başımızda perensip sahibi bir başçavuş,
Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz...

Bi sen eksiktin ayışığı
Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!

Can Yücel


* * * * * *


Piraye İçin Yazılmış:  Saat 21-22 Şiirleri


Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni :
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti :
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Nazım Hikmett


* * * * * *


Mapushane Düşünceler

1

Hani bir dışarda olsam,
hep yürürüm, durmam.
Benimle beraber yürür
gökyüzü, toprak,
hürriyet, benimle beraber.
Gökyüzü, toprak ve hürriyet,
ne güzel şeyler.

Hani bir dışarda olsam,
belki günlerce, uyumam.
Sabahları yok artık o kahpe uyanışım.

Duvarda kaldı gözlerim.
Dalmışım.

2

Şöyle karşı karşıya oturup
seninle rakı içmek istiyor canım.
Deniz güzeldir bu anda,
gökyüzü güzel.
Bilmem, sen ne dersin?
Düşün bir kere,
sanki bütün sıkıntılardan uzak,
bir bulut üstündesin.
Göğsünü kurular elleriyle
sarışın bir çocuk,
denizden yeni çıkmış,
gözleri pırıl pırıl,
sırtında su taneleri.
Olmuş bir elma rengindedir şimdi ufuk.
Bilirsin elbet,
içerken cesur değilim,
fakat korkmam.
Ama burda ceur olmak lazım her akşam.

3

Vakti çoktan geçti
kirazla dutun.
Şimdi kavun, karpuz mevsimidir.
Yemiş'teyim.
Kavun, karpuz oraya
kocaman mavnalarla gelir,
birinin "Kudret" yazar üstünde,
birinin "Kaplan".
Köprü ancak beş dakika çeker oradan.

Şimdi kavun, karpuz mevsimidir.
Ne kalabalıktır o Yemiş!

Boş ver bakalım Yemiş'e,
bursa benim üzerimden mevsimler
tarih gibi geçmiş!

A. Kadir


 * * * * * *


Kardeşim Aylardır Hapiste


Acımı duyurabilmek için
Uykusuz

Susuz
Öylece
Durabilirim.
Acımı duyurabilmek için
Sevgisiz
Anısız
Kaskatı olabilirim
Ve durup dört yol ağzında
Durdurup gelip geçenleri
Kendi halinde
Yaşayıp gidenleri
Tutup yakalarından
Haykırabilirim
Nefesim
Bitene dek
Bütün gücümle
Haykırabilirim
Bütün dünyaya.

Kardeşim
Hapiste
Kardeşim
Aylardır hapiste.
Kardeşim
Dövüldü orada.

İyi ve güzel şeyler dışında
Hiçbir şey taşımayan
Ve sadece bir insan varlığına değil
Yaşayan
Yaşayamayan
Bütün varlıklara
Bir ota
Bir taşa
Sevgiyle
İlgiyle
Dolu beyni
Orada
Sarsıldı elektrikle
İnce bedeni
Tekmelendi

Acımı duyurabilmek için
Çıldırabilirim
Acımı duyurabilmek için
Zehirle doldurabilirim
Yazdığım her şiiri
Nefretle
Gözyaşıyla
Korkunç bir sevgiyle

Kardeşim
Aylardır hapiste
En güzeli
Tanıdığım insanların
En katıksızı
En pırlantası.
Ona sevgilisini
Kucaklamak yasak.
- Bir zamanlar el ele tutuşup
Harikulade güzel
Şeyler konuştukları
O kızı –
Ona özgürce
Dolaşmak yasak.
- Bir tay kadar
Hareketliyken kalbi-
O artık
Kitap okuyamayacak.
-Sindirdiği gözle görülürdü
Alnında terler birikerek
Hummalı
Bir tutkuyla
Devirdiği kitapları-

Biz özgürlüğün
Güzel günlerin
Savaşçıları
Aydınlığın
İyiliğin
Bize eziyet
Ediyorlar bugün
Ama halkımız
Aynı acıların
Bin katını
Yaşamıyor mu sanki

Biz özgürlüğün
Güzel günlerin
Savaşçıları
Bize eziyet ediyorlar bugün
Ama bu
Şiirimize
Biraz daha çelik
Katılacak demektir
Biraz daha karar
Ve zafer umudu

Kardeşim
Aylardır hapiste
Ve yıllarca sürebilir bu
Çünkü o halkının omuz başına
Koydu omuzunu

Ataol Behramoğlu


* * * * * *

Af

duvar duvar duvar
sana ne desem ki ah
incitmeden gözlerini mahkûmun
her taşını kırmalı bir bir
gerisi laf-ü güzaf

Nevzat Çelik


* * * * * *


Sevdadır

Göğü kucaklayıp getirdim sana
kokla
açılırsın

solmuşsun
benzin sararmış
yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün
öyle bükük bakma bana

çam kolonyası getirdim sana
kentli dağlıların haklı sevdasını
bolu ormanlarından çarpan bir koku
sanki köroğlunun ter kokusu
aman kokusu, billah kokusu
canlarım, canım benim

üzme kendini bu kadar
sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var
bak yer yüzü ne kadar geniş
ne kadar dar

Dur
akıtma gönlüm yaşını
gözünden öpecek bir yer bırak
oy bana en yakın
bana en uzak
sevgili yar
Hasretine vur beni

Giyecek çamaşır getirdim sana
adettir diye değil, sevdim diyedir
bağişla, eski biraz
bedenim uygundur diye bedenine
elimle yıkadım, ütüledim
elma ağacında kuruttum

Günler sarmal bir yay gibi
bunu unutma
Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir
bunu unutma
Seni ben her yerinden öperim
beni unutma

kadere inansaydım
sana inanırdım
Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben

öyle kırık bakma bana
Caddeler nasıl da genişliyor
sana bunu söyleyecektim
Bileyli bir makas vardı yanımda
sana bunu söyleyecektim
Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri
sana bunu...
Oyy nasıl söyleyebilirim
deliren sevdamızın kısrak huyunu

Elimi tut
tuttururlar, o kadarına izin verirler
kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu
Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız

sen içerde
Ben dışarda...
Oyyy mahpusluk mahpusluk...

Arkadaş Z. Özger


* * * * * *


Yatar Bursa Kalesinde

Sevdalınız komünisttir,
on yıldan beri hapistir,
yatar Bursa kalesinde.

Hapis ammâ, zincirini kırmış yatar,
en âlâ mertebeye ermiş yatar,
yatar Bursa kalesinde.

Memleket toprağındadır kökü,
Bedreddin gibi taşır yükü,
yatar Bursa kalesinde.

Yüreği delinip batmadan,
şarkısı tükenip bitmeden,
cennetini kaybetmeden,
yatar Bursa kalesinde.

Nazım Hikmet 


* * * * * *

Sekiz

Bugün Ondokuz Mayıs,
Mayısın ondokuzu!
Sen ey Türk ülkemizin geleceği,
Ulusumuzun gözbebeği,
Sen ey demirparmaklıklarda barfiks yapan,
Ranzalarda parende atan
Sportmen ve kahraman Türk Gençliği,
Önünde senin bütün Kilit-bahirler açık,
Ama herzaman Samsun’a çıkılmaz a,
Bu sabah da avluda volta atmaya çık!

Can Yücel


* * * * * *


Bugün Pazar

"Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna
şaşarak
kımıldamadan durdum.

Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak,güneş ve ben
Bahtiyarım..."

Nazım Hikmet


* * * * * *

Geldiniz

geldiniz
ne güzeldiniz
kuşlar gibi şakıdınız çocuklar

gelirsiniz açık görüş
gidersiniz dünya gider

geldiniz
bir saate sığdırdık her şeyi
ellerimizi gözlerimizi sözlerimizi
çabuk ve aceleci

ve gittiniz
gözlerim peşinizden koştu
kesip çıkarıldı yüreğim sanki
kanım kilitlere aktı
hasret ne ki

Ersin Ergün


* * * * * *


Çile 

Bizim hiç bir hürriyetimiz yok,
Hiç bir hürriyetimiz,
Ne çalışmak, ne konuşmak, ne sevişmek,
Sen orda bağrına bas dur en büyük çileyi,
Ben burda en büyük çileyi doldurayım,
Ekmeğe muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç.
Sen orda dalından koparılmış bir zerdali gibi dur,
Ben burda zerdalisiz bir dal gibi durayım.

A. Kadir


* * * * * *


Görüş Günü 

Bu gün görüş günümüz
Dost kardeş bir arada
Telden tele
Mendil salla el salla
Merhaba

İzin olsun hapisane içinde
Seni
Senden sormalara doyamam
Yarım döner cigaramın ateşi
Gitme dayanamam

Enver Gökçe

* * * * * *

Ayrılık Saati

İşte geldi yine ayrılığın saati
Ah durdurabilsem akan zamanı
Birazdan gidecek belki hiç göremem
Söyleyebildiğim tek şey nasılsın

Oysa daha değmedi gözlerimiz bile
Kaldım tel örgülerde
Acılar, anılar ve günlerimiz
Kaldı tel örgülerde
Götürdüler beni

Behçet Aysan


* * * * * *


Mahpushane

Demir parmaklıklarda
Üç kelime konuştuk:
Paran var mı? dedim.
Sorma!
Alıştık,
Kuru ekmek de yerim dedi.

O,
Dışarıdayken,
Ağaçları,
Kuşları,
Çiçekleri,
Ne kadar severdi.

Bazı geceler dinliyormuş
Şehirden gelen uğultuları.
Yahu! diyor,
Her gece rüyamda görüyorum dostları.

Gündüzleri bahçede geziyor
Ve seyrediyormuş
Güneşi,
Masmavi bulutları.

Kendisi yıkıyormuş
Çamaşırlarını,
Yemek tasını
101 seneye mahkum prangalıyla;
Beraber söylüyormuş
Kazımım şarkısını.

Fethi Giray


* * * * * *


Sakın ha

'sabiha bu adamlar beni alıp götürecek
sakın ha ağlamanı istemiyorum
soracakları varmış yıllardır sorarlar
anlaşılan bu sorgu daha yıllarca sürecek
ilk götürülüşümü bak hatırlıyorum
sendikaya yazıldığım günlerdi sanıyorum
otomobil farlarına yağmur yağıyordu
cıgaram ıslanmış sokaklar nedense dar
bu defa aksi gibi zilzurna ilkbahar
çoçuğa bir şey söyleme sabiha belli olmaz
sakın ha ağlamanı istemiyorum
bakarsın çabuk biter akşama evdeyim
uzayacak olursa git hüseyin'i bul
eli kızıl kanda olsa bizi bırakmaz
çantamı hazırlarsın pijamam terliklerim
izin verirlerse seni de beklerim
hani bir gülümsemen vardır sanki istanbul
gözlerin gözlerimi bulur bulmaz
içimde bütün şehir atlı karınca gibi
döner ha döner ışık renk ve pul
hay allah bu ilkbahar beni öldürecek
rüzgardaki kokular dudaklarımdaki tuz
bu adamlar sabiha beni alıp götürecek
günlerden cuma sabah saat dokuz
sakın ha ağlamanı istemiyorum
paran var mı yok mu bilemiyorum
al şu yüz lirayı yanında bulunsun
yüz de bana kalıyor varımız yoğumuz
çocuğa bir şeyler al onunla avunsun
beyler ben hazırım haydi gidiyoruz
sabiha unutma seni bekliyorum'

Attila İlhan


* * * * * *

Görüşmeci

Bakıyorum onların yüzüne,
ölümden önceki bir pazartesi;
ne coşkuyu geri çeviren yılgınlık,
ne zamanı kollayan ürperti,
çizmişler kavgayı yüreklerine.

Gökte güvercinlerin bıraktığı
kanat seslerinden daha kıvrak,
daha yoğun, görkemli düşüncelerden,
verilen yargıdan daha güçlü
bir umutla işlemişler yarını.

Aşmışlar dalgalarını işkence denizinin,
durgun gözlerinde iki su kabarcığı;
acılardan geçmişler, bunca sınavdan.
Öyle bir kıyıya varmış ki artık
ölüm elde edemez inançlarını.

Bakıyorum onların yüzüne,
ne yenilmiş, ne eylem yorgunu,
yeşerttiği incecik tohumlar ülkemin;
incecik bir güneşle, ama direnç dolu,
kabukları arasından gelecek günlerin.

Kemal Özer


* * * * * *


Hapishane Şarkısı -5-

Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma

Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma

Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma

Dertlerin kalkınca şaha
Bir küfür yolla Allaha
Görecek günler var daha;
Aldırma gönül, aldırma

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter;
Ceza yata yata biter;
Aldırma gönül, aldırma

Sabahattin Ali


* * * * * *


Müebbet Türküsü

I
önce kol sonra sürgü sonra anahtar açılır kapı 
itilirim sırtımdan ben ebedi kiracı kesilmiş hükmüm 
önce sürgü sonra kol sonra anahtar kapanır kapı 
bir ömür boyu diri diri içmek için gövdemi 
dolanır bacaklarıma balçık gibi ağır bir karanlık 
çırpınsam küçücük pencerede çifte çapraz parmaklık 
üstünde yüzüme örtülür binlerce kare demirörgü 
her karesinde oyulmuş bir göz gibi kanar gökyüzü 
batan güneşim kapının önünde kıpkızıl asılırım biran 
ranzam tavana ranzam yere ranzam göğsüme çakılı 
kımıldasam göğsüm boydan boya yırtılacak sanki 
duvarlarını üstüme yıkacak hücrem adım atsam 
adım atsam apansız kurşun değdi kanadına kuşun 
tutun beni önüm berbat uçurum bu kimin sesi 
bırak torbanı atlas'a ödüldür gökkubbeyi taşımak 
düş kırıklığına salan salsın gözlerini bırak 
ranzanda yatak yatakta düşlerin dağınık kalsın 
yürü delikanlım beton altında toprak uyansın 
duvarı duvara vur ateş gibi bir ıslık tuttur 
yürü a benim deli gönlüm yürü kesilmiş hükmün
II
şarkılar türküler skeçler camdan cama gülücükler 
-olur böyle şeyler takma kafanı yatarız be- 
gecede ay mı var alttan alta katılaşan bir şey 
olur böyle şeyler takmıyorum kafamı yatarız be.. 
biter havalandırma eğlentisi de gecenin bir yerinde 
son sigaranın ateşi kararır dostlar uykuya varır 
gece sefası bu mevsim açar mı gecede ay mı vardı 
idamdan müebbete düştüm müebbetten hücreme 
belki sıcaktı şubat gece karla başladı fakat 
en güzel yüzünü resminin yüreğime ters kapadım 
kırdım belleğimin bütün sırrı dökük aynalarını 
ranzam soğuk ranzam ayaz ranzam kar 
altımda demir üstümde ışık yanımda duvar 
üşür ellerim sensiz ellerim öksüz ellerim 
nerde portakal bahçesi kadar sıcak memelerin 
dönerim gene duvar gene soğuk gene ayaz 
düşlerim seni almaz düşlerime müebbetim sığmaz 
bir dal fesleğen taksan da saçlarına yorulursun 
güneşi yatırsalar koynuma ısınamam 
bir yerine vardım ki gecenin sen yoksun
III
bir yerine vardım ki gecenin sen yoksun 
sen yüreğimin dağlarında sakladığım kaçak kız 
seni sunuyor kar yüklü dallarıyla çam ağaçları 
kimliğin bende saklı uzanıp alsam alnın apak 
gece balçık gibi yapışıyor ellerime saat kaç 
tende yaşanmayacak aşkımız anladım tenimde isyan 
yorgunum ranzama uzansam gözlerimi kapatsam 
bir daha açmasam beni bu kapkara suskunluk 
beni öldürecek diyorum avaz avaz düşüyorum 
asama dikse anam kapımızdan balkona tırmansa 
akçamların kokusunu sen saçlarından savursan 
üç yanı sırılsıklam ülkem gibi hep acı dalgalara dirensen 
yanağından mutlu bir damlanın yuvarlandığını görsem 
kar da eridi çamur sonra yağmur sokaklar çıplak 
asfalt makadam bulvar ayaklarda o bildik bıçak acısı 
haki gömleğinden bir düğme aç ellerimden üşüyorum 
şafakları yunus çıkarsa ağlarından balıkçılar beter ağlar 
dudaklarında uzayan sigara külü martı kanatları ve türkü: 
bir dal fesleğen taksan da saçlarına yorulursun 
bulaşıyor dilime beni ağzınla sustur susturacaksan
IV
sabah oldu beni ağzınla sustur susturacaksan 
gazeteyle uzatıldı mazgaldan dürülmüş bir yangın gibi 
korkunç acılarıyla ellerime on üç yıl öncesinin vietnam'ı 
pirinç tarlaları bambu evleri insanları yani kavgaları 
1972 trag bang köyü ve temmuz güneşi 
ve yankee ve napalm yani ölüm bulutları 
yapışıyor sırtlarına çocukların çocukların bacakları tutuk 
çığlıkları var fakat ağızlarında boylarından büyük 
ilkokul çağında saçı kara çığlığı yangın küçücük kızın 
bant çekmişler göbeğinin altına ne ayıp ne yasak 
kaçıyor o güzelim çocuk bütün insanlığıyla çıplak 
elinden tutmalı göğsüme basmalı göğsümde soluklandırmalıyım 
benim de gözlerim yanaklarıma doğru çekilmeli acıdan 
ağzımı kulaklarıma dek yırtarcasına haykırmalıyım 
payıma düşeni almalıyım yedi milyon ton bombadan 
işte ben her acıda böyle sırılsıklam şaşkınım 
haykırılmış her çığlık burda benim ağzımı yakıyor 
durma kanıyor acılarım gövdemin neresine dokunsam 
kaldırmadan demir parmaklığı insanla insan arasından 
canım sevgilim ben bu yaraları kabuk bağlatmam
V
alnım parmaklığa gömülü alnımda tarifsiz hasret 
dörtbir yanım idam dörtbir yanımda türküleşen müebbet 
ne bir yıldız kayar üstünden ne bir çiçek açar 
hücreler burada susuz kör kuyulara benzer 
her bahar duvara koşar da sarmaşıklar yaz biter 
yorulur sonunda salkım saçak dal budak ağaçlar 
gözlerimi içime çevirmesem gözlerim duvarda kurur 
bir an büyüse suskunluk kulaklarıma kurşun akar 
belki bu yüzden yüreğimde tepesi karlı dağlar 
boydan boya karadeniz boydan boya toros 
akdağ karadağ altındağ cudi ağrı canik aras 
vurulup öldüğüm kalkıp çocuklar gibi güldüğüm dağlar 
yakındır eteklerinde dudaklarına özenir kiraz 
ellerin tüfeğinden çözülür göğsüne ılık ılık kan yürür 
dişlerinin arasında apak ilkbahar kardeleni uyanırsın 
tenin buğulanır bilirim dudakların mahmur uykudadır 
kollarını açıp gerinirsin ormanın bütün ağaçlarınca yeşil 
dokunabilsem sana çoğalırdım saçlarınca tel tel 
yüreğimin ırmaklarını aykırı akıtıyorum dağlara doğru 
süzülüp gelsen suda bir papatya kadar güzel
VI
saçlarını yastık yapıp yatıyorsun öyle düşünüyorum 
yorgan diye geceyi dört mevsim üstüne çekiyorsun 
yaprak düşer ay düşer yıldız düşer kar düşer 
kurşun düşer üstüne bomba ölüm ayrılık düşer 
apansız sena düşer aklıma beni ağzınla sustur 
göğsü isyan göğsü ateş göğsü tomur tomur 
sena onaltı yaşının heyacanını tarar aynada 
çıplacık boynu.. el-boruk dağlarında israil konvoyu 
kıvrılır yılan gibi.. nazi fırınlarından sarı yıldız uyanır 
aynada gözlerini bırakır gözleri iki yüz kilo bomba 
içine 504 peugeot'nun büsbütün bir kinle oturur 
kanatlanır avına sena mehdillah şii müslüman kız 
sedir ağaçları değil yanan köyleri geçer iki yanından 
hükmünü okur benim ülkemde filizkıran fırtınası 
dalların acısı gelir hücremde beni bulur 
konvoy patır cizze arasında durur.. sena atmaca 
sena nisan dalları gibisin sena sena 
fünye fitil ateş.. sena dur ama durma.. 
gövdesinin dört katı ağır bombayla patlar güzelim kız 
beni ağzınla sustur susturacaksan
VII
bu türkü hiç bitmeyecek karanlık sular akıyor içime 
her dizesi bir fırtına belki soluğum yetmeyecek 
korkarım teninden avuçladığım buğu uçup gidecek 
yastığım sımsıkı yastıkta aralanmıyor dudakların 
kış üşümesiyle durma sırtını dönüyor yatağım 
bir yangından çıkmışım tepeden tırnağa yanık 
çekip almışım bir çocuğu çığlığı bende kalmış 
yana yana dost kapılardan yüzgeri olmuşum 
su dökenimi aramışım inatla beni ağzınla sustur 
beni suskunluk kapkara suskunluk öldürecek beni 
sesi türkümün sesi sağanak yağmurları isterim 
dur altına sen de sağalır belki ateşi gövdemin 
duvarla başladı duvarla mı bitecek türküm 
şu dağlar eteği kuşatma tepesi karlı dağlar 
şu okul şu sokak şu ev şu ağaç şu bulvar 
düşünüyorum da sanki bir varmış bir yokmuş 
benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş 
sesli konuş dışarda kalmasın çiçek yüklü dallarıyla bahar 
balçık gecelerden balçık gecelere çıkıyorum 
ayaydınlık sabahlara bir de sana inanıyorum
VIII
benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş 
söyle ben türkü söylerken sıkı bassınlar yere 
yağmurlu bulutları tepelerinde taşısınlar söyle 
benim gecelerim tepeleme ısırganotu sevgilim 
dur durak yok bana bu bahar akşamlarından 
toprak deniz ve kadın kokularıyla dövüyor da kapımı 
bir karası aşıyor duvarı kahrolası karanlık 
kibriti çakılmış sigarayım nerede dudakların 
barut dumanıyla islenmiş belki kararmış saçların 
çekincesiz yıkanırsın deli çılgın akan sularda 
sular hırçın sular arsız ben ellerimle yapayalnız 
kovalanmışım çocukça düşlerimden taşa tutulmuşum 
balıkları oltada bir deniz gibi ayağa kalkmışım 
delikanlıyım yıldızsız gecelerde düşlerine kıran girmiş 
sensiz kupkuru bir dalım güneşin gözüne batan 
grevsiz işçiyim de ocağı tütmeyen evim 
öğretmenim diline sözcük sözcük yasak vurulmuş 
çocuğum elinde bir balon bulut bir dolu umut 
benekli balonlarım sonra bir varmış bir yokmuş 
benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş
IX
türkü söylüyoruz tahliyecinin ardından nedense yanık 
yanık birşeyler kokuyor havada ağlamak istiyorum 
ateş hattından çıkmışım beni ağzınla sustur 
tam bir hafta aralıksız dövmüşler barikatı 
kanlı upuzun bırakmışım üç arkadaşımı yorgunum 
yürürken şarapnel parçası düşüyor göğsümden 
çekilen ilk dişimmiş gibi alıp cebime koyuyorum 
daha otuzbir dişim var katıla katıla gülüyorum 
yaranı avuçlarıma ver ateş hattından çıkmışım 
yitiyor nöbetçi kulesi ellerim kopuyor parmaklıktan 
nerede susuzluğun bir yudum su kaldı mataramda 
ağzımda senin dudakların bir varmış bir yokmuş 
duvarın dibinde kurt köpekleri ve bolivyalı çavuş 
guevera'nın sırt çantasında neruda kahkahası 
ve ezbere okuduğun bizim şairlerimiz geliyor aklıma 
salt bizim işimizmiş gibi şaşıp kalmışım 
felâket yakışırmış meğer onlara da ölmek 
çınar dediğin de gün gelir devrilirmiş usulca 
anımsa ne derdik aramızda ona hadi anımsa 
a. kadir amca a. kadir amca a. kadir amca
X
benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş 
söyle ben türkü söylerken sıkı bassınlar yere 
yağmurlu bulutları tepelerinde taşısınlar söyle 
ben yokum okulda fabrikada sokakta sen yoksun 
her adımda bir pusu her pusuda bir sevinç asılı 
kapılar kapalı pencerelerin perdeleri aralanmaz 
çocukların oyuntaşı parçalanır camlarda gülmeler açmaz 
ardına kapının süpürgeyle kurum yığar bir kadın 
öğrenciler başka işçiler başka bir başka ülkem 
sen neredesin insan kardeşim nerede neredeyim ben 
hücremin değil evinin duvarında bitiyor voltam 
buz gibi titriyor sırtıyla duvara sırtımı dayasam 
adımlarımı sayıyor bir iki üç... aklı karışıyor 
gün biter mi ay biter mi mevsim yıl biter mi 
duvardan duvara ömür biter mi şaşıp kalıyor 
kapısını açsa kapıma çıkacak ödü kopuyor 
işte bu insan kardeşimin ölümcül korkusu bu işte 
ağır mahkumum düşüyorum bütün uçurumları 
yüreğinin kayalıklarında yeşertemedi henüz bana bir dal 
paramparça parmaklarım korkusunu sıçrıyor uykusunda
XI
insan yaralarım kanadı beni ağzınla sustur 
yaralarım kanamasa gözlerim duvarda kurur 
kör sağır suskunlukları dipsiz düşüyorum 
ayırdına varmadan dibini çekiyorlar uçurumun 
beni dipsizlik kapkara dipsizlik öldürecek beni 
sözüm kurşun hasretim kurşun kurtuluşum 
açsana gülün yaprağını uçsana kanadını kuşun 
sevmesi sevişmek değil gülmesi gülüşmek 
çocuğunun saçlarını okşuyor elleri dalgın elleri uzak 
yasaklarca çalışıp konuşup yaşıyor yasaklarca 
hah desem unutup büyük ellerini kaçacak 
kaçacak ardında madeni sesler bırakarak 
keşif kolları çıkar inadına yasak ateşler yak 
kuşatmalar da kuşatılır bir yerde haber uçur 
alınıp satılabilen bir ülkenin müebbetiyim ben 
türküm duvarla türküm yangınla sürüp gidecek 
gencim delifişek gözlerim bir çift kara tüfek 
bütün umutlar menzilimde belki kızıyorlar sözlerime 
henüz bir avuç insan kardeşimi gördüm fakat 
şaşırmadan ellerini dimdik bakabilirken gözlerime
XII
benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş 
çoğalmasın yangın sesli konuş güzelim insan 
adın bende gizli gölgen takibinde helikopterin 
her gece koşar gelirsin düşlerimin çekimine kapılıp 
kent dağa kavuşur ellerim ellerini bulunca 
ellerimiz buluşunca düşlerim gece baskınında 
çam ve ardıç kokularını göğsüme bırakıp 
kopar yürürsün ellerimin şehvetine sarınıp 
yürürsün canımın içi kanatlan çarçabuk 
serçe tedirgini adımların ele vermeden seni.. 
kaç mahpus yılı düşlerime girip çıktın 
hep bir umudun allığı düşler ki sınırsız 
düşler ki yazdan kışa uçsuz bucaksız 
düşler ki yaşanan yıllara aykırı.. 
kurumasın istemem rüzgârda salınmadık hiçbir dal 
minik ellerin yine kabzasında büyüsün silahın 
devrederken nöbeti fakat bir el değmeli eline 
acı bir bulut gibi taşıma saçlarını seni ülkem bildim 
yorulursun arama arama ellerimi ellerimi unut 
katmer güllerin açtığı dağlardadır aşk ve umut
XIII
umudum dağlarca yapraklarca umudum halklarca 
fabrikalar gecekondular.. duyuyorum tıpırtısını varoşların 
daha fazla dayanamaz bu beton bu demir bu plastik 
kolumu uzatınca elini buluyorum yan hücredeki arkadaşın 
eli sıcak elim sıcak sımsıcak umut yaşamak bu 
yaşamak bu diyorum kesip atıyorum karamsar yerlerimi 
ve gülüyorum gül sen de yüzünde güller açsın 
güney afrikalı zencilerin kavgaları erik çiçekleri kadar ak 
biliyorum nice kavgalar verilmekte bana yakın bana uzak 
hücre hücre direniyorum kuşatılsam da sayrılıklarla 
gün gelecek saçlarımın güz savrulması durmuş olacak 
duvarla boğuşmayacak hiçbir düş hiçbir adım hiçbir ayrılık 
ve hiçbir sözcük şiirde bir silah gibi patlamayacak 
ne müthiş bir duygu içerde umudu kıyasıya yaşamak 
çürütülmek ve öldürülmek olasılığı ağır basarken 
mutlu şarkıları ve zafer tarakalarını beklemek 
evet canım gün gelecek nasıl atılmışsam içeri 
öyle diri ve genç aşacağım yıkılan ilk duvarı 
oğlu kızı yitik bütün kadınları anam bileceğim 
sen diye öpeceğim ağzından karşıma çıkan ilk kızı
XIV
karşıma ilk çıkan kızı sen diye öpeceğim ağzından 
boynuna doladığım kollarıma ayaz vuracak belki 
soracağım nerde belinin çukuruna dolan saçların 
susturacaksa o kız da ağzıyla sustursun beni.. 
direnmenin güzelliği yüzümüzde kış bahar yaz 
çok değişmedik fakat ellerimiz büyüdü azbiraz 
gökyüzünden çalıp yolla uçurtmaları salkım saçak 
ellerimizde çocuk merakı ellerimiz güzel haberlere aç.. 
bana ince uçurumlara bakan kar bahar yüklü patikaları anlat 
ki iz sürücüler tıkanıp kalsın sonlarına bakınca o saat 
köylere inişlerinizi bir de bir de kentlere kaçamak 
yün çorapları önemse dağlarda korkarım ayakların donacak.. 
ağlamaklı oluyorum ne güzel düşlerken kuşanmış günleri 
kırılacakmış gibi bütün kapalı kapılar bugün yarın 
bayramlık giysilerimle buluyorum kendimi aynada tıraş olurken 
ranzamda uyur uyanık düş denizi geçiyor üzerimden 
alıp getiriyor kovasını küreğini kumdan kale yapan çocukların 
bulutları yıkıyorum saçlarından gözleri nasıl da umut.. 
hep umut edeceğiz sevgilim kopacak her yenilgi sonrası 
sustu sanılan yüreğimizde korkunç bir yaşam fırtınası

Ocak-Mayıs 1985
Nevzat Çelik



* * * * * *

Hapishane Şarkısı 1

göklerde kartal gibiydim 
kanatlarımdan vuruldum 
mor çiçekli dal gibiydim 
bahar vaktinde kırıldım 

yar olmadı bana devir 
her günüm bir başka zehir 
hapishanelerde demir 
parmaklıklara sarıldım 

coşkundum pınarlar gibi 
sarhoştum rüzgarlar gibi 
ihtiyar çınarlar gibi 
bir gün içinde devrildim 

ekmeğim bahtımdan katı 
bahtım düşmanımdan kötü 
böyle kepaze hayatı 
sürüklemekten yoruldum 

kimseye soramadığım 
doyunca saramadığım 
görmesem duramadığım 
nazlı yarimden ayrıldım

Sabahattin Ali
Sosyal Medya :

Yorum Gönder

Devrimci Sözleri !